Amazon Türkiye'ye Göz Kırpıyor

Türkiyede e-ticaret ile ilgili sürekli yeni gelişmeler oluyor, sektörün nekadar hareketli olduğunu bende takip ettiğim bazı sektörün içinden insanların yazılarında takip etmeye çalışıyorum.

Geçenlerde bir arkadaşım , Amazon.com'un ciceksepeti.com'a azınlık payı alarak ortak oldğu haberini verdi, aynı zamanda haber webrazzi.com da da duyurulmuştu.

MBA deki Corporate Finance giriş dersinde yeni bir proje hazırlayıp finansal incelemesini yapmamız istenmişti ve bizde grup olarak, Amazon'un Avrupa'da İngiltere Fransa ve Almanya'dan sonra 4. ülke olarak İtalya'ya girişini konu alan bir proje hazırlamıştık (Ozaman daha Italya ve Ispanya operasyonları başlamamıştı). Ozamanlar Türkiye'ninde güçlü bir alternatif olabileceği aklıma gelmiş ancak gruba Türkiye'deki potansiyeli anlatmaya çalışmak vs zor geldiği için herkesin daha iyi bildiği (bilmekten ziyade önyarıgları daha olumlu olan) İtalya'yı yaptık. Giriş modeli de Italyanın en büyük e-ticaret sitesi eprice.it i satın almaktı.

Amazon.com Türkiye'ye geldiyse  aslında neyin geldiğini daha net görmek için basitçe birkaç rakama bakalım.
Amazon.com,
- ABD, Kanada, Japonya, Çin, İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya da faaliyet gösteriyor.
- Dünya çapında 52,000 den fazla çalışanı var.
- Son açıklanan cirosu 43.5 milyar dolar.
- Borsa değeri 80 milyar dolar.

Sadece karşılaştırmak için Koç Holding'in Otomotiv Grubuna bakarsanız. ( Amazon.com ile hiçbir alakası yok ama sadece büyüklüğü karşılaştırmak için ve elimde şuan onun bilgileri var olduğu için :) )
- Ford Otosan, Tofaş, Otokoç ve Zer şirketlerinden oluşuyor. Türkiye'nin en büyük denilenotomotiv sektöründe iç pazar üretiminin %52 sini, ihracatının %50 sini, iç pazar satışlarının ise  %30 unu gerçekleştiriyor.
- Toplam 22,000 çalışanı var
- 2011 cirosu 21 milyar TL, yaklaşık 11.5 milyar dolar.

Yani Amazon.com epey büyük.

Çiçeksepeti.com'a yatırım yaptığına göre belliki Türkiye pazarını yakından tanımak istiyor. İyice öğrendiğine inandığında burada da operasyona başlayacaktır ve genelde Amazon Avrupa'da da, ABD de olduğu gibi, satınalmalarla büyüyor. (Avrupadan satın aldığı bazı örneklere şuradan bakabilirsiniz.)

Demem o ki Türkiye'de e-commerce işine yatırım yapma niyetim olsa, Amazon'un bir-iki-üç yıl içinde satın alabileceği bir dikey siteye yatırım yapmayı tercih ederdim.

Amazonun daha önce ABD ve Avrupada satın aldığı giyim, indirim [2], designer collection, çocuk ürünleri [2][3], şampuan satan, güzellik ürünleri satan, petshop, ürün tanıtımı yapan, sadece bayanlara yönelik e-ticaret yapan, DVD kiralama sektöründe, özellikle kitap ve e,kitap satan sitelerini inceleyerek ne yapmanız gerektiğine dair kafanızda birşeyler oluşturabilirsiniz.





Neden çocuk giyim mağazaları açmak gerekli?


Kemal Ege'yle (kardeşimdir kendisi 5 yaşında)vakit geçirdiğim nadir zamanlarda aklıma gelen bu soruyu sonunda oturup araştırdım ve aslında hiç yeni olmayan ve birçok firmanın yıllar önce farkına vardığı bazı gerçekleri öğrenmiş oldum. Aradan da bu yazı çıktı. Başlayalım.

Bebek ve çocuk giyim hadisesi son 5-6 yılın modası, hazır giyim sektörünün büyümesinden çok daha hızlı büyüyor ve Bursa'da son 6 yıldır sadece bu konuda bir fuar bile düzenleniyor.
Neden?
Çünkü hem çok çocuk yapıyoruz, hemde herkesin gelir seviyesi arttı, ve parayı bulunca önce çocuğa harcıyoruz.

Biraz daha açık olmak gerekirse, son 5 yılda kişi başı milli gelir $3,000 dan $10,000 a çıkmış, Capital dergisinde yapılan araştırmada [1] orta sınıf olarak tabir edilen kesim 2005-2010 arası %15 artmış ve toplamda 33.3 milyon kişi olmuş.  Orta sınıfın da 3 kademesi var alt-orta, orta-orta ve üst-orta olmak üzere. Bunlardan orta-orta ve üst-orta esas harcayan kesim ve en heyecan verici nokta da burası!
Son 5 yılda alt-orta dan orta-orta ya geçen kişi sayısı 7 milyonu bulmuş toplamda ise 17 milyona ulaşmış, üst orta sınıf ise 2010'da 2005'e göre neredeyse 3'e katlanmış ve 5.4 milyon olmuş.

İnsanlar para görünce ilk çocuklarına harcıyorlar haliyle, bu da tekstilde cocuk sektörünün inanılmaz büyümesine neden olmuş. Daha enteresanı, çocuk giyim sektörü krizde en az etkilenen sektör olmasıyla da tekstilcilerin dikkatini çekmiş.

Yetmez!
Daha da çok çocuk giyim mağazası açmak gerek. Niye mi? Çünkü yeni çocuklar yolda :).

Bakalım,

- Türkiyede annelerin doğurma yaşı 2001 de 26.2'den 2010 da 27.2'ye gelmiş.
- Grafikte de görüldüğü gibi en çok doğum yapılan yaş aralığı  2009'da %32 ile 25-29 yaş arası.
- Toplam Kadın nüfusun medyan yaşı 2000 de 25.3 iken, 2010 da 29.8 e yükselmiş.
- Yine grafikte, şehirleşme ile beraber gelen, doğum yaşının 20-24 aralığından 30-34 aralığına doğru hızla kayışı da net görülüyor.
- Ortalama çocuk sayısı 2001'de 2.37 den 2010 da 2.03 e düşmüş ancak hala dünya ortalamasının çok üzerinde.
- Ülke genelinde köy nüfusu artmazken şehir nüfusu, nüfus artışının(2010 da %0.15) iki katı bir hızla (yaklaşık %0.3) artıyor.
- 0-14 yaş arası nüfus 22 milyon kişi ve artmaya devam ediyor. Bunların 9 milyonu 10-14 yaş arasında.
Türkiye’de çocuk ürünleri için harcanan para, kayıt dışıyla birlikte yılda 12 milyar doları buluyor.[2]
- Çocuklar 9-14 yaş arasında marka olgusunun farkına varıyor ve bu harcamalarını artırıyor. [3]

ABD de bir baby boomer dönemi vardır, 1946-64 arasında doğanlara denir. Türkiye'de de son 10 yıldır biz buna benzer bir süreç yaşıyoruz işte. Zaten ülkenin geleceğini parlak görmelerinin sebeplerinden birisi de bu yeni gelen nüfus ve birkaç 10 yıl sürecek doğal (ekonomik) büyüme.

Dahası,

- Pazarda kimler var?
- Kar marjı nedir?
- Bir franchise kaça maloluyor?
- Çocuk giyim dükkanı için en uygun iller hangileri?
Bu gibi soruları da cevaplandırmak gerekiyor tabii bu genel bakışın ardından ancak bunlar blog yazısını ve beni aşan, ücretli danışmanlık sınıfına giriyor takdir edersiniz. :)

Tabi bunu çok önceden görmüş birçok firma var ve yenileri de açılıyor. Eğer bir franchise işine girmek istiyorsanız bence aklınızda bulunması gereken bir alan kesinlikle. Özellikle internetten alışveriş yapan kesimin kadınlar ve bir kısım çocuklu kadınlar olduğunu düşünürseniz bu işi e-commerce halinde yapmayı da düşünmek mantıklı olabilir.

 Kaynaklar
1- Capital Aralık 2011 sayısı, sayfa 162.
2- http://www.bursaekonomi.com.tr/default.asp?page=newsopen.asp&opennews=2038&qmshow=281
3- http://www.businessweek.com.tr/general/sonsayi.asp?cN=176&contID=3501
- Nüfus verileri Türkiye İstatistik Kurumu websitesinden alınma.
- Çocukların başka ne ihtiyacı var diye düşünmeye başladıysanız hürriyetin şu haberi de ilginizi çekebilir.


Gelecek 100 yıl - Kitap

Her ay Capital dergisinin ilk sayfalarında, İş İnsanları Ne Okuyor diye bir bölüm vardır. Burada birkaç aydır peş peşe farklı kişilerin bu kitabı okuduğunu görünce ilgimi çekti açtım okudum.

Tabi hemen şunu söyleyeyim, Friedman 2050-2080 yılları için öngörülerinde Türkiyeyi öyle bir yere koymuş ki, bizim CEOların bu kitabı sevmemeleri mümkün değil. Detay vermeyeceğim ama şukadar söyliyeyim, kitaba göre 2050 de Japonyayla ittifak olup ABD'yle savaşıyoruz. Yani o seviyedeyiz :)

Aslında George Friedman öyle hafife alınacak bir gelecek bilimci değil, yıllarca ABD ordusuna danışmanlık yapmış, aklı başında bir adam. Son zamanlarda kendinin kurucusu olduğu Stratfor firmasında CEO, gelecek ve strateji üzerine danışmanlık yapıyor.

Kitaptaki en temel yaklaşım da mantıklı. Diyor ki: Dünyada jeopolitik coğrafya ve gücün iki temel rekabetçi görüşü var. Biri bir İngilize ait: Her kim ki Avrasya'yı kontrol altında tutarsa dünyayı kontrol edebilir." Diğer bir görüş ise tabiiki bir Amerikalının "Denizlere hakim olan Dünya'ya hümkeder." Bu iki görüşten ikincisinin doğru olduğunu savunuyor ve buna istinaden önümüzdeki yüzyılın esas olarak Amerikan yüzyılı olduğunu iddia ediyor.



ABD nin karşısına ise denizlerin tamamını olmasa bile bir yakasını kontrol altında tutabilecek Japonya ve batı avrupa tarafında da Avrupanın devri bittiği için ve müslüman milletlere önderlik yapabileceği için (burada eski Osmanlı köklerinden fazlasıyla bahsedilmiş) Türkiye'yi ön plana çıkarmış. Türkiye ile beraber Meksika ve Polonya'dan da geleceğin etkin devletleri olarak bahsedilmiş.

Genel olarak siyaset dışında benim daha çok ilgimi çekebilecek teknoloji, yaşam standardı, şehir ve yapılaşma, küresel ısınma vs gibi konulara neredeyse hiç değinilmemiş. Aslında kitapla ilgili tek sorun yazarının yıllardır orduya danışmanlık yapması nedeniyle olsa gerek, biraz soğuk savaş döneminden kalmış dünya görüşü. :)

Bu kitabı beğenirseniz George Friedman'ın daha sonra yazdığı ve daha yakın gelecek ile ilgili olan The Next Decade kitabını da okuyabilirsiniz.


Büyük Buhran - Selwyn Parker


2008 krizi ortaya çıkıp millet ABD deki 1929 Büyük Buhranıyla karşılaştırmaya başlayınca bende o yıllarda neler olduğunu, çöküşün nasıl geldiğini ve nelere sebep olduğunu anlamak için iyi bir kitap arıyordum. Benim aradığım daha çok rakamlar daha çok ekonomi ve daha az roman tadında birşeylerdi ancak Selwyn Parker olayı biraz daha öyküleştirerek ve dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanların yaşadıklarından kesitler de vererek o yılları anlatmış.

Kitapla ilgili daha detaylı bir yazı ingiliz the telegraph ta yayınlanmış, aşağıdaki fotografı da o yazıdan aldım.

Kitapta sadece ABD den değil Avustralya, Yeni Zellanda, Almanya, İngiltere ve Hindistan ekonomilerinin o yıllardaki durumundan da bahsedilmiş. Dünyayı ikinci dünya savaşına götüren sebepler açıklanmaya çalışılmış, Meşhur bankacıların (Morgan ve diğerleri)o dönemde yaptıkları, merkez bankalarının tutumları, Keynesci yaklaşım ve karşıt görüşler, ekonomistlerin bölünmesi vs hikaye tadında ama yinede bilgilendirici bir şekilde anlatılmış.

Benim okumaktaki amacım dediğim gibi biraz daha ekonomik detayları öğrenmek olduğu için beni kesmedi ve en iyi kitaplar listesine giremedi. Bu konuda daha çok okumak isteyenler, halen FED başkanı olan ve ABD de 1929 dönemi ile ilgili en bilgili kişilerden biri sayılan Ben Bernanke'nin farklı akademik yazıları derlediği Essays on the Great Depression kitabını araştırabilir. Ben henüz okumadım ancak mutlaka alıp okuyacağım.

O dönem yaşananların sadece bir kısmı olan New York Stok Exchange deki çöküşü ve o dönemi biraz daha iyi anlamak için şu 45 dakikalık videoyu izlemek faydalı olabilir.


Steve Jobs by Walter Isaacson


Steve Jobs'ı tanımayan kalmadı artık. Apple, Pixar ve NeXT in kurucusu, efsane CEO, enteresan adam, kanserdi yıllardır, geçenlerde öldü ve bütün sosyal medya kilitlendi.

Walter Isaacson daha önce Einstein, ve Benjamin Franklin gibi önemli insanların biyografisini yazmış değerli bir yazar.

2008 de Steve Jobs, Walter a gidiyor ve biyografisini yazmasını istiyor. Daha önce de istemiş ancak Walter henüz erken olduğunu söyleyerek geri çevirmiş, 2008 de durumun ciddi olduğu anlaşılıyor ve Walter kabul ediyor. Sonuç olarak ta bu harika kitap çıkıyor ortaya.

Steve Jobs bu kitabı hiç okumamış. Başlarda hiçbir destek vermeyeceğini de söylemiş ancak sonradan bazı katkılar ve röportajlar vermeyi kabul etmiş.

Doğumuyla başlıyor enteresanlıklar ve ölümüne kadar hiç bitmiyor gerçekten. İnanılmaz bir mükemmeliyetçilik ve bunun aslında zararları da anlatılıyor çok açık net. Ancak tıpkı hayatı boyunca etrafındaki insanlar gibi, verdiği zararlar sizin ona saygı duymanıza engel olamıyor.

Kitap biraz kalın ama 42 bölüm şeklinde olduğu için okuması gayet kolay. Kitabı okurken yanınızda bilgisayarınız-ipadiniz veya iphonunuz mutlaka olsun ve sunum veya reklamlardan bahsettiğinde youtube dan bahsedilen reklam veya sunumları izleyin. Çok daha keyifli bir hale getiriyor durumu ve tam olarak neler yaşandığını gözünüzde canlandırabiliyorsunuz.

Jobs kitapta hiç te inanılmaz bir insan olarak anlatılmamış aksine bütün hataları ve aslında en
büyük başarısının etrafındakileri zorlamak ve istediğini almak olduğu birkaç yerde vurgulanmış. Zaten kimse Jobs ın inanılmaz bir mühendis olduğunu söylemiyordu ancak bir "reality distortion field" hadisesi var ki insan üstü bir meziyet gerçekten.

Reality distortion field 6 ayda bitmeyecek projeleri gece gündüz çalışıp 2 ayda bitirtiyor, mükemmel reklamlar ve ürünler ortaya çıkmasını sağlıyor, müzik dünyasının komple değişmesine neden oluyor ve daha pek çok işi yapıyor. Jobs algılarla oynamakta çok marifetli ve çok net bir insan olarak anlatılmış. Birdefa kesinlikle orta yol diye birşey yok diyor kitap. Bir insan bir proje bir dizayn, bir sunum ya inanılmaz, harika, olağanüstüdür yada bir boka benzemiyordur. Evet kitapta çok fazla kavga küfür ve bağırış çağırıştan da bahsediliyor.

Kitap şahane, Walter Isaacson un kendi ağzından dinlemek için aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz.
Mükemmeliyetçiliğinin hastalık seviyesinde olduğunu gösteren bir kare var videonun içinde salonunu gösteriyor onu kaçırmayın, kitapta da var aynı fotograf. Eşya seçmekte zorlandığı için salonunun haline bakın. :)


Neden Blog Yazıyorum?

İlk "Blog Hakkında" yazısını yazdığımda ABD ye yeni gitmiş, blog'u, başımdan geçenleri unutmamak için yazacağım bir mecra olarak değerlendirmiştim. O yazıları ABD Notları etiketi altında topladım.

Okul bitip Türkiye'ye dönünce farkettim ki yazacak çok konu var.

Beni tanıyanlar bilir (tanışamadıklarımız için şurada kendimden bahsettim) borsa-ekonomi konuşmayı severim. Güzel kitaplar bulup okumaktan, dünyadaki enteresanlıklar üzerine kafa yormaktan, yeni ve çoğu zaman laftan öte gitmeyen fikirler üzerine (boş) konuşmaktan büyük keyif alırım. :)

Burada bütün bunlarla ilgili bazen detaylı bazen özet, rast gele yazıyor olacağım.

Neden yazmak istediğimi zaman zaman kendime soruyorum, yazmadan olmaz mı diye?

- Biliyorum, dışarıda arkadaşım olan olmayan bir dünya insan var burada yazdıklarımla ilgili söyleyecek birşeyleri olan, bana laf atacak :) gaza gelip birşeyler araştıracak burada paylaşacak. Benim derdim onlara ulaşmak, yeni insanlarla tanışmak, keyifli muhabbet, gülelim eğlenelim vs..

- Birde konuştuğum herşey havada kalmasın bazıları kalıcı olsun, istediğim zaman hatırlayabileyim istiyorum.

Buraya yazdıklarım genelde o aklımda kalmasını istediğim önemli olanlar olacak. Sizde katılırsanız, birşeyler paylaşırsanız daha keyifli olur.


ODTÜ - Hatırlamak Gerek Bazen


Odtülü insan okulunu sever. Belgeseli okul zamanı izlemiştim, son zamanlarda tekrar izledim yine gaza geldim. Bizim dönemler malesef belgeselde anlatılanlar kadar yaratıcı, yenilikçi, genç, dinamik, aktif vs değildi. Hocalar yaşlı, konular ve işleyiş biçimi eskiydi ama yinede ruh aynı ruh. Ara ara kendini uzaklaşmış hissedince izlemek iyi geliyor :)

Youtube da sadece birinci bölümü var, ikinci bölüm "zor yıllar" ı başka yerlerden bulmanız gerekecek. Internette bulan burada da paylaşırsa harika olur.

Dakika Bir Gol Bir


Bugün Trabzon'a geldim. Annemin köyünde bir hafta kalıp Eskişehire geri döneceğim.

Son zamanlarda havaalanlarıyla aramda bir sıkıntı var. Bir türlü uyumu yakalayamadık. En son Berlinde bütün gün boş boş gezerek akşamki uçağı kaçırmıştım.

Bu sefer çantaları karıştırdım tabiki. Akşam 12 de Trabzona indim, eve gelip çantayı açtım ve çantanın benim olmadığını farkettim, dışı aynısı ama içi farklı (insan ilk önce ne gerek vardı şimdi diye düşünüyor böyle bir durumda ) :) Böylece baştan problemli bir giriş yapmış oldum Trabzona.

Normal bir insan gibi havaalanını aradım, santral kayıp çalıntı ofisine aktardı. Sonrasında gayet sakin ve bıkkın bir ses "aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor...lutfen daha sonra tekrar deneyiniz" dedi ve sustu.

Ben santralin bağladığı yerden böyle bir cevap olmaz diye anlamsızca beklerken aynı ses "alooo, niye konuşmuyorsunuz buyurun" dedi.

İşte böyle memleket Karadenizdeyiz :))

Inside Job - The film That Cost Over $20,000,000,000,000 To Make


Amerika ve özellikle Avrupa'da form değiştirerek devam eden ekonomik krizin sebebi devletlerin artık ödenemeyecek seviyelere gelen borç yükü gibi gözüküyor.

Yunanistan 'ın Fransa ve Almanya bankalarından aldığı borcu ödeyememesi üzerine bu ülkelerdeki dev bankalar batma noktasına geldi. Son durumda borç veren ülkelerin paralarını geri alabilmek için türlü yollara başvuruşunu izliyoruz.

Fransa ve Almanya devlet yardımı gerektirmeden bu bankaları kurtarmanın yollarını arıyorlar. Bu arada Yunanistanı cezalandırıyorlar, bir yandan borçlarını silip bir yandan kendi bankalarını güçlendiriyorlar vs. Yani şuan krizin anlaması nispeten daha basit bir evresindeyiz...

2008 yılında kriz, ilk olarak Amerikada başladığnda ve ABD bankaları batma noktasına geldiklerinde, çok daha farklı bir sebepten, mortgage kredileri yüzünden başlamıştı.


Inside Job (2010) belgeseli, son zamanlarda izlediğim en iyi belgesellerden birisi. (IMDB; 8.2)

Krizin göz göre göre nasıl geldiğini, denetimsiz olmasıyla övünülen ABD bankacılık sisteminin yozlaşmışlığını ve siyasi otoritenin bu sisteme karşı elinin kolunun nasıl bağlandığını çok güzel anlatıyor.

Belgeselde finansal terimler fazlaca kullanılmış ve kriz, bu gibi konularla alakası olmayanlar için sıkıcı olabilecek kadar detaylı anlatılmış. Buna rağmen hala "niçin dünyanın krizde olduğunu" merak edenlere, şiddetle tavsiye ederim.


%100 Düşünce Gücü

Blogda Benim yazılarım dışında iki bölüm var.
Biri internette faydalı ve enteresan olduğunu düşündüğüm sayfaların linkleri "Linkler" kısmında, diğeri, okuduğum kitaplar arasında herkese tavsiye ettiğim kitaplar ve yazarları "Kitap Tavsiyeleri" kısmında.

Bunu yapmamın çok basit iki sebebi var. Birincisi başka bloglarda gördüm ve çok hoşuma gitti. Ikincisi de hakikaten faydalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü internette güzel bir websitesi bulmak hakkikaten sanıldığı kadar kolay değil. İlgimi çekecek güzel kitap bulmak ondan da zor.

Biraz yavaş okuduğumdan, kitap okuyarak harcadığım zamana hep üzülürüm. Onun için hakikaten okumaya değer kitapları birinin bana söylemesi fikri keyifli geldi. Bende başkaları için yaptım.

Bu yazı yeni bitirdiğim bir kitapla ilgili. Adı %100 Düşünce Gücü, yazarı Jack Ensign Addington.

Yandaki kitap tavsiyeleri arasında bu kitap yok çünkü listeye girecek kadar başarılı bir kitap değil. Yinede iç enerjiye ve bazı şeyleri sadece düşünce yapısını değiştirerek düzeltebileceğini düşünenler için enteresan olabilir.

Kitap bazen yaratılış felsefesine de giriyor ister istemez. Bukadar ruhani hadiseler bana fazla biraz daha sadesi yok mu? veya "özet geç .." diyorsanız, henüz okumamış olsam da, "Siktir et" adlı kitabın da aşağı yukarı aynı şeylerden bahsettiğini söyleyebilirim, John C. Parkin in yazdığı bu kitabı da yakın zamanda okuyup burada paylaşacağım.

%100 Düşünce gücünün ana teması - insan herhangi birşeyi yeteri kadar ister, bütün hayatını o isteğe uygun şekillendirirse elde edemeyeceği şey yoktur" üzerine kurulu. Aynı zamanda bilinçaltı nın nasıl çalıştğı ile ilgili de güzel tespitler var.

Kitaptan beğendiğim kısımları aşağıda paylaştım, bana kalırsa bunları okuduktan sonra kitabın gerikalanını okumaya gerek yok :)

- Bilinçli olarak düşünülen her düşünce bülünçaltını etkiler ve bu etki düşüncedeki güç ve arzunun derecesine bağlı olarak eyleme dönüşür.

- Amaç belirleyip o amaca yönelik hiçbirşey yapmamak kendine zarar vermekten başka hiçbir işe yaramaz.

- İnsanları amaçları doğrultusunda çalışmaktan alıkoyan; başarısızlık, alaya alınma, başkalarını incitme korkusu ve başkalarının ne düşüneceğine dair endişelerimizdir.

- "Düşüncelerine hakim olamayanlar kısa zaman sonra davranışlarına da hakim olamazlar" Thomas Wilson

- Kötü bir hafızanın (bellek) sorumlusu genellikle dikkatsizliktir.

- Unutmak, ilk etapta öğrenmemekten başka birşey değildir.

- Çoğu insan olumsuzluklar durumunda atlatılması gereken adımları düşünerel hayatı kabus haline getirir. Sonunda içinde kendilerini kaybettikleri hayali durumlarda mücadele eder dururlar.

- Bilinçaltı olumsuz emirleri anlamaz örneğin, "Artık sigara içmeyeceğim" yerine "Sigara içme alışkanlığından kurtuldum" emri verilmeli.


Yeni konular, yeni araştırmalar

Yeni dönem yeni konularla başladı. Bu dönem normal derslerin yanında B2B pazarlamada ülkeden ülkeye ve kültürden kültüre, strateji, performans ölçümü ve beklentiler açısından ne gibi farklar olduğunu araştıracağım.

Enteresan konu tabi, önemli, dünyadaki ticaretin çok büyük bir kısmının B2B yapıldığını düşününce çok ciddi bir konu ama bir yandan da pazarlamasından ziyade artık çoğu şirket ortak tedarik zincirleri ile iç içe geçmiş olduğundan performans ölçümü ve beklentilerin farklı ülkelerde nasıl değiştiği kısmı bana daha ilginç geliyor.

Mesela bu araştırmanın sonucuna göre bir Amerikan şirketinin Almanya ya ürün satarkenki uyguladığı strateji ve dikkat ettiği hususları başka bir ülkeye uyguladığında (mesela Japonya) aynı sonucu alamadığını görürsem, işte ozman araştırdığıma değmiş olacak.

Bu dönem çok iş var, Boston var, San Francisco var, Las Vegas var, Kayak var, tenis var , iş bulmak var, hepsini 5 ayda yapmak var. Olduğu kadar..

Zor bir dönem beni bekler